11 Aralık 2010 Cumartesi

Last Exit To Brooklyn (1989)

Yarınlar daha güzel olacak!?


Brooklyn'e Son Çıkış'taki nefis anlardan biri. Tralala'nın keyfi yerinde görünüyor...


Bir grev eylemi bu kadar iyi tasvir edilemezdi. Bu epizotta görüntü yönetmeni tam anlamıyla overworking yapmış. Bu boğucu atmosfer ve estetize kareler. Her sahne oya gibi işlenmiş.

Kimseye zarar vermeden, eylemi sona erdirmeye çalışan güvenlik güçleriyle öfkeli grevciler karşı karşıya. Polis; masum melek. Cop bile kullanmıyor. Biz yine de az paraya köle gibi çalıştırılan işçilerin yanındayız. 


Bir barda, bu kadar erkeği, böyle çılgınca sevindiren şey ne olabilir? Cevabı vermek çok zor olmasa gerek:)

Alman yönetmen Uli Edel'in bu filmi, bizi Brooklyn'in alt tabakasının tam ortasına götürüyor. 1950'lerdeyiz. Açıkçası hayat pek de iyi gitmiyor. Çetelerle takılıp, yolunu bulmaya çalışan telekız; Tralala, grev işçilerinin hakkını almaya çalışan ve bu şekilde iyi de rant sağlayan; Harry Black ve kızı, bir herif tarafından hamile bırakılmış; Joe. 

---Bu paragraf spoiler içerir--- 
Öykü bu üç karakterin üzerine inşa edilse de; diğer karakterler de bu üç karaktere kolon ve kirişler gibi birbirine bağlanıyor ve ortaya sinema tarihinin en umutsuzluk dolu filmlerinden biri çıkıyor. Last Exit to Brooklyn; gerçek bir umutsuzluk draması, gerçek bir kaybedenler öyküsü. Film, bir süre taşıdığı karakterleri bir süre sonra ortaya saçmaya başlıyor. Ve sonunda karakterlerin büyük kısmı dibe vuruyor!
---Bu paragraf spoiler içerir--- 

İnsan hayatı boyunca umut ve güvenle yaşar. Onu kaybettiğinde yaşayacak gücü kalmaz. Hubert Selby'nin, bu filme konu olan, meşhur (yasaklanmış) kitabının özünde bu iki kavram var. Yazar, bu iki kavramı eşcinsellik, uyuşturucu, şiddet, aşk gibi yan unsurlarla, öyle iyi işlemiş ki; ortaya çıkan film bile; kitaptaki gibi bir şok etkisi yaratıyor insanlar üzerinde. Aynı etkiyi, belki de daha yoğun şekilde "Requiem For A Dream"de izlemiştik. Fakat Uli Edel, Requiem For A Dream'deki gibi seyirciyi şiddet ve cinsellikle istismar etmek yerine; öyküsünü düzgün şekilde perdeye yansıtmaya çalışmış.  Zaten bu kadar iç burkan bir öykünün, bu derece naif şekilde bitmesi de; söylediğimin kanıtı olarak öne sürülebilir. Şok ediciliği yönünden Requiem For A Dream kesinlikle daha önde. Ama ortada bilinçli bir tercih var. Aronofsky'nin zaten o halüsinatif atmosferi boş yere yaratmamıştı!

Hubert Selby Jr'ın romanlarından sinemaya uyarlanan bu meşhur iki filmden, elbetteki; Requiem For A Dream daha popüler. Ama Last Exit to Brooklyn'in de yüreğimizdeki yeri bir başka...

Hiç yorum yok: