27 Haziran 2011 Pazartesi

PVC-1 (2007)

Abartılmış bir yapım...

İşte Poli-Vinil-Klorür'den yapılma plastik dirsek borularımız ve de içine yerleştirilmiş bomba düzeneğimiz. PVC-1 dediği tuvalette yukardan kafana lağım suyu damlatan naylon borusu ha; başka bir şey değil :))


Çerçevelerde sürekli bir; öndeki karakterin büyük görünmesi, arkadakilerin küçük görünmesi durumu var. Film boyunca buna benzer kareler görüyoruz.Yönetmende bu olay feci halde takıntıya dönüşmüş. Fakat karelerde anlamsal bir yön yok. Sinemada "karelerde anlam yaratmak " düsturuna göre en öndeki karakterin manevi veya maddi olarak güçlü bir karakter olması gerekirdi. Maalesef öndeki karakter manevi olarak en zayıf durumda olanı!


İşte bir kare daha yakaladık. Yönetmenimiz gerçekten obsesif:) Fakat bu sefer oldu: Öndeki karakter Coronel dedikleri kişi. Yani kumandan. Hal ve tavırları da frame'deki yerini doğruluyor. Şimdi oldu ama yönetmenin kareleri çözme konusunda ciddi problemi olduğu kesin.

Spiros Stathoulopoulos aslen Yunan asıllı. Küçüklüğünde ailesiyle Kolombiya'ya yerleşmiş. Sinemaya küçük yaşlarında ilgi salmış ve bir kısa film ödülü bile almış. 18 yaşına geldiğindeyse; sinema okumak için ülkesine geri dönmüş. Küçüklüğünde kazandığı Latin Amerika tecrübesi onun için büyük şans olabilir. Özellikle sinema hayatına ABD'de devam ederse...


PVC-1, 2007'de Cannes Film Festivali'nde Director's Fortnight'ta gösterildi. O dönem eleştirmenler tarafından inovatif bulundu ve beğenildi. PVC-1, maalesef tam anlamıyla; ABARTILMIŞ bir yapım...

*****

Kolombiya'nın ormanlık kesiminde küçük bir çiftliğe, silahlı bir çete tarafından baskın yapılıyor. Öncesinde hiçbir bilgi sahip olmadığımız bu adamlar kim?

Çete, çiftlikteki aileyi silah zoruyla evin bir odasında topluyor. Aileyi silahla korkutan çete; "Para nerde?" diyor. O insanlar kadar biz de şaşırıyoruz izleyici olarak "ne parası?" diye. Evet saldırganları tanımıyoruz, aileyi tanımıyoruz. Gerçekten olduğu bile belirsiz oan bir paradan söz ediliyor. Biz de saf saf izliyoruz....:)

Evin reisinin boynunu ölçüyorlar. Boynunun kalın olduğunu farkedince; boyuna takılan bomba düzeneğini adamın eşine takıyorlar. "Parayı verin!" diyorlar ve gidiyorlar. Tak boynuna bombayı bas git. Şaka mı şimdi bu?! :)

Adam, eşi ve küçük kızıyla birlikte bir yolculuğa çıkıyor. Ormanların arasından, derelerin üzerinden geçiyorlar. Seyirci olarak ilk başta, gerçekten parayı getirmeye gittiklerini sanıyoruz ve yeşilliklerin arasından ilerlediğimiz bu yolculukta biraz sıkılarak da olsa üçlüyü takip ediyoruz. Tabii bizimle birlikte yönetmen de?

Bu filmi inavotif kılan şey; senaryosu, muhteşem oyunculuğu, muhteşem kadrajları ve yahut buna benzer bir sinema olayı değil. Bu filmi sıradışı kılan; yönetmenin aktüel kamerayı omuzlayıp; filmi tek sekansta çekmesi. Bazı eleştirmenler bunu çoook yaratıcı buluyor. Evet film olarak yaratıcı ama ilk kez düşünülmüş bir şey değil: K. Otomo'nun 95 tarihli Memories'indeki 3. no'lu hikayeye; Canon Fodder'a bakalım önce:


Demek ki; çok da yeni bir fikir değilmiş, dediğim gibi. Fakat işte filmin tek numarası bu. Filmin tek kareyle kurgulanmış olması. Aslında bir numarası daha var. Filmdeki öykü gerçek bir hikayeden alınmış. Biz izleyiciler olarak "based on the true strory" durumu varsa; "ooo gerçekmiş ya!" diye salyalarımızı akıtarak izliyoruz. Bu film gerçek olsa ne olur?! "Bizim de boynumuza naylon boru geçirirlerse!" diye filmi izlerken korkudan tüm tırnaklarımız kemirelim mi? Yok böyle dünya:)

Filmin ana karakterlerinin oyunculuğunu çok kötü. Adamın ve eşinin, ağlamayı-korkmayı beceremeyen çocukların, kumandanın...Hepsi birer karikatür gibi. Bombanın yerleştirildiği maddeden bile daha plastikler. Ama buna rağmen bu karakterlerin gerçekçi olduğunu, şiddeti bizim içimize işlemelerini sağladıklarını iddia edenler var. İlginç :)

Bazı filmlerde, çok derin manası varmış gibi görünen bazı garip diyaloglar vardır. Konuşurlar da konuşurlar, Dinlersiniz dinlersiniz, hiçbir yere varamazsınız. İşte bu PVC-1'ın 2. kısmındaki diyaloglar da böyle. Tamamen kof.

Bu filmi izleyeceğime; Tarkovski'nin (sıkıcı dedikleri) Stalker'ını 4. kez izleseydim; kendim adına daha iyi bir harekette bulunmuş olurdum herhalde...

Dipnot: Arada kötü filmlerden de bahsetmek iyidir. İyi filmlerin namı yürüsün:)

Hiç yorum yok: