21 Aralık 2011 Çarşamba

Happiness (1998)

Bu kritikte farklı bir şey deniyoruz. Aynı film. İki editör, iki farklı bakış açısı...

*Editör: Glasscow

Çok fazla karakter olduğu için filmi anlatabilmek için karakterleri karelerle tanıtacağım...

ANDY & JOY

Bazen ilişkiler biterken formalite icabı son kez buluşulur. Son konuşmalar yapılır. İşte böyle bir yemekteyiz. Andy, artık ex olmuş kız arkadaşına çok sevdiği türden bir antika kül tablası almıştır. Pahalı mücevherlerle kaplanmış bir rework. Üzerine kızın ismini bile işlettirmiş; Joy yazıyor. Saçma. Fakat mesele bu değil. Adamın, kül tablasını; avucunda böyle sıkı sıkıya, kudret timsali tutmasına ve suratındaki ifadeye dikkat edin. Birazdan söyleyeceği her şeyi onun üzerine inşa edecek...

HELEN & ALLEN

Helen son derece seksi bir yan komşu. Allen ise son derece içe kapanık, yalnız bir adam. Helen için çıldırıyor. Eve gidince tek derdi, tek düşündüğü Helen ile seks yapmak. Fakat onun yanında büründüğü bu ruh hali ile Helen'a yaklaşması son derece zor. Yine de tüm cesaretini toplayıp 'görüşürüz" diyebiliyor. Kızın cevabı ise en fazla bir 'Evet'. Bence bu adama o bile fazla :)


Aynı sahnenin devamı. Allen'ın rehberde, Helen'ı bulma çalışması hummalı şekilde sürüyor. Hem de epey azmış vaziyette :) Bulursa güzel bir telefon seksi yapacak. Eee kız yan dairede oturmuyor mu? Gidip konuşsun? Doğru ama bu onun gibi bir loser için daha iyi bir yöntem!

TRISH & JOY

Az önce filmin bu sert açılış sahnesinde midesine feci bir yumruk inen Joy, ablası Trish ile dertleşiyor. Trish, Psikiyatrist Bill ile evli 2 çocuğu olan mutlu bir kadın. Kız kardeşine bu sevimli gülücüklerle yaklaştığına bakmayın. Onu son derece ezik, mutsuz, başarısız biri olarak görüyor. Öyle bir konuşuyor ki; "bütün aile seni bir kaybeden olarak görüyor Joy" diyor. Joy üzüldüğünde tüm bunları bir çırpıda silip, "ama artık fikrimi değiştirdin" diyebiliyor. İnsanın böyle ikiyüzlü bir kardeşi olması? Pes doğrusu! 

Kadrajdaki bebeğin, Trish'in hayatındaki mutluluk ve gücü simgeleyen bir obje vazifesi gördüğünü söylememe gerek var mı? 

BILL & BILLY

İsimlerden de anlaşılacağı gibi baba ve oğul. Ergenlik arefesindeki oğlanın canı bir hayli sıkkın. Annesine göre derdi sadece dikkat çekmek. Fakat onun kendine göre daha büyük problemleri var. Çoğu gencin yapamadığını yapıyor ve babasından bu konuda yardım istiyor: "Mastürbasyon Ne Demek?!"

--Spoiler--
Diyalogtan küçük bir kesit:
-Billy hiç boşaldın mı?
-Evet.
-Olmadıysan bunda bir sorun yok
-(Endişeli) Yaptım...
-(İnanmayan bir bakışla) Billy?
-(Üzgün bir ifadeyle) Fakat sınıftaki herkes oldu ve artık ben de boşalmak istiyorum.
--Spoiler--

Görüldüğü gibi çocuğun derdi cidden çok büyük :)

ALLEN & JOY

Neye niyet neye kısmet?! Allen, rehberde Helen'ı ararken tesadüfen kız kardeşi Joy'u arıyor. Joy ise ablası Trish'in ona ayarlamaya çalıştığı Damien diye birinden telefon bekliyor. Ya da burayı yazmasam daha iyi. Tadı kaçmasın. İzleyip görün :)

KRISTINA & ALLEN

Ne kadar tatlı görünüyorlar değil mi :)) Allen, Helen'ı ararken başına büyük bir bela alır. Yan komşu Kristina. Mmm yeterince büyük!

Buraya kadar yeterli...

Todd Solondz, kan kaybeden Amerikan Bağımsız Sineması'nın son dönemine can veren yönetmenlerinden biri. Welcome to The Dollhouse'dan sonra çektiği 1998 yapımı bu film ile Bağımsız Sinema alanında hatırı sayılı miktarda ödül topladı. Toplamasa; gerçekten yazık olurdu.

Bazı filmler vardır. Adıyla bile insanda pozitif duygular uyandırır. Mesela: Life Is Beautiful gibi...

Fakat bu filmin adı Mutluluk olmasına rağmen karakterlerin neredeyse hepsi mutsuz! Bireysel mutluluğu ararken loser gibi davranıyorlar. Birbirlerine güçlü görünmeye çalışıyorlar ama değiller. Burada bile bir sahtelik içindeler. 

Adıyla bile ironi oluşturan film; "Amerikan Aile Yaşantısını" ve bu bağlamda Amerika'yı eleştiriyor gibi görünse de temelde modern metropol kültürünü eleştiriyor. Hem de çok sert bir şekilde! 

-Karakterler birbirine ne kadar yakın olursa olsun; aslında biribirinden tamamen kopuk!
-Herkes kendi dünyasında yalnız ve ciddi bir mutluluk arayışı içinde.
-Manevi ve cinsel paradokslar da cabası!

Happiness, modern şehir yaşantısına dair bu sert söylevi gerçekleştirirken; ironi, kara mizah gibi unsurları fazlasıyla kullanıyor. Anlatmak istediği bu sıkıntılı konuyu, bu şekilde hazmı kolay bir hale getiriyor.

İşte Todd Solondz'u Indie Sinema'nın yetenekli çocuklarından biri kabul etmelerinin nedeni de; bu sıradışı sentez olsa gerek... 

*************************************************************


*Editör: Zirvelerin Özgürlüğü

Yönetmen, bu filme happiness demekle aslında tam bir ironiyi sokuyor gözümüze.


Yönetmenin sanki bütün film boyunca gözümüze sokmaya çalıştığı mutluluk tarifi; "sizi mutsuz edecek olaylara tesadüf etmediğiniz müddetçe mutlu olmaya devam edin..."


Aslında mutluluk nedir ?-Bir gün içinde kazasız belasız evimize ulaşmaktan daha büyük bir mutluluk olabilir mi ?
-Bir düşünün, sabah işe gidiyorsunuz. Fakat şiddetli yağmurdan görüş açınız bir kaç metreye düşmüş, farketmeden kırmızı ışıkta geçip okuluna gitmekte olan ilkokul öğrencisini dümdüz ediyorsunuz.
-Bir hastaneden aranıp, lisede okuyan oğlunuzun aşırı dozdan komaya girdiğini, yaşam mücadelesi verdiğini yada beyin ölümünün gerçekleştiğini haber veriyorlar...


Hadi biraz iyimser olalım en yakın arkadaşınız ile karınızı güpegündüz bir otele girerken görseniz !?

Benzeri durumlarda hak verirsiniz ki; bir günü sessiz sakin tamamlamak en büyük mutluluk olmalı aslında...

Yönetmenin, psikologlar ile bir takıntısı olduğunu düşünmedim değil, takıntıdan öte düşmanca bir yaklaşım içinde, mesleği yerden yere vurmuş filminde...

Bill rüyasında, kamuya açık bir alanda elindeki otomatik tüfekle önüne geleni vuruyo. Bill kendi analizini yapan psikiyatriste durumunu anlatırken, "bu herifte çok iş var" dedim kendi kendime.

Filmimizin ana ekseninde belli bir kahraman yok aslında. Aktörler bayağı bir iç içe geçmiş, kimin neyin nesi olduğunu anlamak kolay olsa da; kamera oradan oraya akarken başım dönmeye başladı. Hatta bu kadar çok aktör filmi yorucu bir hale dönüştürüyor. Filmin ilerleyen karelerinde, izlerken dikkatinizi kaybediyorsunuz. Tabii direktör/senarist bu kadar daldan dala sekince filmin uzunluğu 2'16" ya çıkmış.

Todd Solondz konuyu bu derece dallayıp, budaklamak yerine meselenin özüne biraz daha odaklanabilse imiş; konu bütünlüğü ve işleyiş bakımından tadından yenmez bir eser ortaya çıkarabilirdi.

--Spoiler--
Mesela Joy'un Rus sevgilisi ile olan diyaloglarını kesip, ortanca abla Helen vasıtasıyla mastürbasyoncu yan komşu Allen ile filmin sonunda değil de başında tanıştırılmış olsalardı; bu sayede Allen'in tombul kapı komşusu ve apartman görevlisi cinayeti ile senaryonun özünden kopuk diyalog ve parçalar filmden temiz bir şekilde silinir, konudaki esas oğlan/kıza daha yakın çekim yapılabilir, detaylar iyice özümsenebilirdi.
--Spoiler--

joy karakterini oynayan "jane adams" ile ilk defa bu filmde tanışmış ve oyunculuğunu çok beğenmiştim, yönetmen iki ana karakter çizebilirdi diye düşünüyorum, bunlardan ilki kaybedenler kulübünün aşina üyesi joy ve diğer ana eksen joy'un eniştesi pedifolik sapık psikolog bill eksenine film oturtabilirdi.

Bazı kareler filmde gecekondu gibi alelacele eklenmiş şeklinde algılamaya sebep oluyor. Çok beğendiğim açılış sahnesinde Joy'un neyin nesi olduğunu öğrenemeyeceğimiz erkek arkadaşı ile restorandaki konuşmaları açıkça konuyu pek de desteklemiyor. Maalesef film boyunca Joy karakteri adeta prefabrik yapı gibi çeşitli eklemeler, filmin içindeki bir sahnede aniden belirmelerle gölge bir figüran gibi kalıyor.

2. figüranımız Allen ve Kristina ikilisi. Bu karakterleri filmden çıkarsanız; film bütünlüğünde bir sekme olmayacaktır. Hatta ortanca ablayı da bu sayede filmden tamamen çıkartabilirdi direktörümüz. Zaten ortanca ablanın bütün vazifesi apartımandaki olaylara bir köprü vazifesi ifa etmesi için filme konulmuş izlenimi veriyor.

Senarist ve yönetmenin aynı kişi olmasının film açısından pek çok getirisi oluyor. Hatta kanaatimce en iyi filmler yönetmenin kendi yazdığı senaryoyu yönetmesi ile ortaya çıkıyor. Kimse bir başkasının rüyasını kendi rüyası kadar güzel anlatamaz. Fakat Happiness'ta yönetmen biraz fazlaca duygusal davranarak konu ve olay örgüsünü, sapla samana çevirmiş. Yine de bu filmin/senaristin kafasındakileri seyirciye aktarmasına-iletmesine engel olmuyor.

Filmin aynı başlığında verdiği mesaj gibi adı mutluluk olan bir filmde aslında şok etkisi yaratacak bir takım nirengi noktalarına ulaşıyorsunuz.

-3 çocuk babası psikiyatristin çocuk-sevici çıkması
-160 kilo ağırlığında orta yaşlı komşunuzun tecavüze uğraması. Yine bu bayanın tecavüzcüye yargı ve infazın kendi eliyle yapması gerçeği bir başka deyişle katil olması..
-Yan komşunuzun bütün telefon fihristinde numaraları çevirerek karşısına çıkan bayan kişilerin sesi eşliğinde çavuş tokatlaması

Listemiz böylece uzayıp gidiyor. Senaristimiz hayatın içindeki, bildiğimiz, sezinlediğimiz bir takım kaba gerçeklikleri -ki bunlar pek de dile getirmekten hoşlanmadığımız durumlardır- işte üç maymunu oynadığımız bu halleri gözümüze gözümüze sokuyor. Hatta diyebilirim ki; film bu tezat parçaların, kaba-iğrenç diye nitelendirdiğimiz; toplumsal ahlakın hor gördüklerinin yap-boz parçaları gibiymişçesine birleştirilmesinden oluşturuluyor.

--Spoiler--
Filmin en vurucu sahnesi; Bill ile oğlunun arasında geçen diyalog:

Billy, "okulda babası için sapık dediklerini", dahası; Bill’in, Johhny ve Ronald’a ne yaptığını öğrenmek istemesi üzerine, Bill’in "dokundum, mıncıkladım, okşadım" cevabı ile tatmin olmaması ve soruların bir kıymık gibi daha derine batması gibi bir etki yaratıyor.

-What else?
-I...
-I unzipped myself.
-You...
-You mean, masturbated?
-No.
-Then what?
-I...
-Made love.
-What do you mean?
-I fucked them.
--Spoiler--

Filmi güzel kılan bir takım unsurlar; aynı zamanda filmi olumlu ve yapıcı bir havaya sokmuş. 

İnsan yaratılışına ayna tutması karakterleri olduğu gibi yanlışları ve doğrularıyla sunması. En büyük örneği de; Bill karakteri.

Alalede bir filmde işlendiği gibi değil de; içimize tuttuğu ışığın kaynağını realiteden alması. Kaçımızın komşusu hayatında en az bir defa telefon sapıklığı ve benzeri davranışları yapmamıştır.

Aile bireyleri arasındaki ilişkiler toplumumuz için örnek teşkil etmeli. Baba ile oğlu arasında geçen "come nedir?" mevzusu ve her ne kadar sapık bile olsa; babanın oğluna nasıl yapılacağını gösterebileceği yanıtı çarpıcı idi. Neticede bu satırları yazan da; dahil kaç kişi babasından böyle bir teklif aldı acaba ?

Diğer taraftan eleştirel yaklaşırsak; film tam bir holivud işi olmuş.

Tam bir ahmak kisvesine sokulmuş, ilişkilerinde başarısız küçük kız kardeş,
ateşten gömlek giymiş şuh ortanca abla,
sessiz sakin evinin kadını çocuklarının annesi büyük kız kardeş ile onun pedofili hastası “psikiyatrist” kocası.

Yan rollere de 160 kiloluk kadın katil, sapık mastürbatör yan komşu, hırsız dolandırıcı rus...
Zaten bu karakterleri bir tencereye koyup pişirdiğinizde ortaya illa ki ilginç bir şeyler çıkacaktır. Bu bağlamda yönetmenin popüler kültüre stepne bir film mi, yoksa amerikan kültürünün yarasını deşmek konusunda bir film mi ortaya koymak istediği konusunda da kararsız kaldım.

--Spoiler--
Sondan bir evvel en ağır darbe Bill'e oğlundan geliyor:

-What was it like?
-It was...
-It was great.
-Would you do it again?
-Yes.
-Would...
-Would you ever...
-Fuck me?
-No.
-I'd jerk off instead.
--Spoiler--

Hiç yorum yok: