22 Ağustos 2010 Pazar

Lola+Bilidikid (1999)


Kutluğ Ataman'ın 2. filmi, bir gay flick. Sağlam bir temelde ilerleyen ilginç bir öyküsü var. Bazı yönetmenler gibi eşcinsellerin yaşamına eğilirmiş gibi yapmıyor, eğiliyor! O dünyanın içerisinde dolaştırıyor bizi Ataman. Bir süre sonra Lola ve Billi'nin aşkını, Romeo ve Juliet'in aşkı gibi görmeye başlıyoruz.Aynı şekilde Alman burjuvası Friedrich ile birlikte olan diğer arkadaşlarının ilişkisi de bunlarınkinden farklı değil. Şu meşhur; "kızımı bırak çek yazayım" sahnesinin bir benzerini izliyoruz filmin son bölümünde. Ama ne oluyor? izlemek, görmek lazım. Yukarıdaki resim, filmden ilginç bir kare. Dikkat ettiyseniz apartmanın üzerinde ...mişiz, ...müştük gibi yazılar yazıyor. Bunda amaç nedir merak konusu? Almanya'daki Türk ghettolarının kendi benliklerinin bir dışa vurumu mu? Hangi apartmanda, hangi işgüzar böyle bir işle uğraşır ki. Filmde bu kadar gereksiz bir kadraja bu kadar uzun sahne süresi ayrıldıysa; şahsımca bu yazıları, apartman duvarına Ataman yapıştırdı. Belki de bu bahsettiğim sebebin üstünü daha iyi çizmek için. Bilinmez...


Murat'ın ilk tuvalet tecrübesi. Eee Billi gibi bir akıl hocası olduktan sonra tecrübe etmek zor olmasa gerek:) Öncelikle şunu sormak gerek: Bu nasıl tuvalet. Ya da belki de şunu: Burası tuvalet mi? :)) İnsanların aperitif şeyler yediği büfelerin orada bulunan bir umumi tuvalet. Maşallah tuvalet işlevinden başka her amaçla kullanılıyor. Onlar boş birine girmek için hazırlanırlarken, arka kapıdan uzun boylu sarışın bir adam çıkar. 10 saniye sonra da kısa boylu başka bir adam. Türkiye'de böyle bir şey olur mu. Herhalde olmaz. "Siz benim tuvaletimin, ekmek teknemin adını mı çıkaracaksınız" diye onları orada paramparça eder tuvaletin sahibi:) Kültür farklılığı diyip geçelim...


Son sahne. Kutluğ Ataman'ın seyircinin sabrını test ettiği o an. Öykünün böyle biteceğini acaba filmi izleyen kaç kişi tahmin edebilmiştir. Çok zor! Filmin son sekansında, Baki Davrak tam anlamıyla döktürüyor. Zaten film boyunca tüm karakterler çok iyiydi. Karakterler o kadar yaşayarak oynamışlar ki; her şey çok gerçekçiydi. Öyle ki; annenin oğluna attığı tokatın bile gerçek olmasını istemiş yönetmen. Kamera hilesi yok. Az sonra o tokat surata, öyle bir çarpacak ki; izlerken siz bile irikileceksiniz.

Kutluğ Ataman'ın bu filmi birkaç ufak tefek topallamaya karşı hedefine gayet iyi ulaşıyor. Güzel film ve de ağır kült...

Hiç yorum yok: